Bu aralar (son 10 yıldır) çok fazla böyle hissediyorum, sanırım benim gibi hisseden de çoktur. Ülke gündemi, akademi, dünyadaki gelişmeler, hızla ilerleyen teknoloji ve ortaya çıkan yeni bilgilere yetişme telaşı…Her şeyi yapmak isterken hiçbir şey yapamaz hale gelmek insanı tekrar tekrar yorabiliyor. Belki benim gibi hissedenlere katkısı olur umuduyla uzun bir aradan sonra bir yazı paylaşıyorum. ![|300](https://cdn-images-1.medium.com/max/1600/1*-vR6z_l6PMaxmXotBbsfIQ.png) Bu yazının çıkış noktası okuduğum [şu yazı](https://www.experimental-history.com/p/so-you-wanna-de-bog-yourself), ilgi duyanların hoşuna gidecektir diye düşünüyorum. Ben de kendime, böyle hissedenlere ve geleceğe bir not bırakmak isterim. Akış olarak aynı rotayı izleyip birçok yerde oradaki bilgiyi alıp birkaç satır karalayacağım üstüne. _Mutsuz olmak (ya da mutlu olmamak) ama bu mutsuzluğun olumlu bir çıktıya dönüşmek üzere harekete geçirmeyecek düzeyde kalması sanırım mutsuz olmaktan daha kötü, zararlı bir şey._ Kötü de olsa potansiyeli olan bir şeyin boşa akması. Yazıda italik olan yerlerin bir kısmı çeviri, eğer grameri ve kelime seçimi gerçek olamayacak kadar iyiyse bu durum söz konusudur. ## Harekete Geçecek Enerjiyi Bulamamak Bu özellikle yoğun zamanlarda olsa da Newton’a ve eylemsizlik ilkesine bir selam göndermek lazım. Bunun daha kötüsü içeride binbir türlü düşünce, olasılık hesaplaması, planlama dönerken eyleme dökememek olmalı. ### Elalemi Memnun Etme Çabası ya da Diğer Adıyla “Yanlış Mükemmelliyet” Bu özellikle kamuda, bir otorite altında çalışıp da bilimle uğraşanların düştüğü bir ikilem olmalı. Her kuruma otomatik şekilde yazılan reçeteler, iyileştirme çabaları, kalite planlamaları veya tek düze oluşturulan akışlar bir noktadan sonra norm haline geliyor ve herkesin sorgulamadan uyguladığı bir akış oluşuyor. Çok da iyi çalışıyorlar, bir noktadan sonra çarklar sorunsuzca dönüyor. Sorun şu ki, dişliler başından beri bir arada olmamalı. Yapılan şey destekleniyor, sertifikalar/eğitimler havada uçuşuyor, anketler yapılıyor ama nihayetinde şevkle başladığınız süreçte belki biraz bir iyileşme meydana gelmiş olsa bile hem sizin, hem de potansiyelin hedefi ufukta yavaşça gözden kayboluyor. İkinci en iyi bile olmuyordur çoğu zaman. ### Büyük İkramiyeyi Beklemek ![|300](https://cdn-images-1.medium.com/max/1600/1*KCQRtQOMUGzzgrlgn0m_9Q.png) Öncelikle iktisatta piyango vb. şans oyunlarına aptal vergisi denmesinin bir sebebi vardır. _Pareto optimal seçeneği kovalamak çoğu zaman sıkışıp kalmanın en önemli nedenlerinden biri oluyor._ _“Büyük ikramiyeyi bekliyorum, tüm açılardan diğer tüm seçeneklere üstün gelen bir seçenek ortaya çıkana kadar herhangi bir şey yapmayı reddediyorum.”_ İçten içte böyle bir seçeneğin olmadığını hepimiz biliyoruz ama sorun şu ki “ya varsa” demek hem yeteneklerimizi, hem de zamanımızı tahsis etmeyi imkansız hale getiriyor ve sıkışıp kalıyoruz. Bağlantısını verdiğim yazıda en büyük ikramiyeyi de güzel tanımlamış aslında: **tüm sorunlarımın benim herhangi bir çaba göstermeme gerek kalmadan kendiliğinden ortadan kalkması.** Bazen bir çıkış yolu, çok ideal olmayan bir çözümü fark etsek bile şu an yaptıklarımdan çok da farklı bir şey yapmadan daha iyi bir sonuç alabilir miyim sorusu sanırım daha ilk başta kaderi mühürlüyor. Bu hatalı düşünce akışını bilsek de yenebilmenin çok da kolay olmaması üzücü, bilişsel önyargıların farkında olmak mantıklı karar vermek için yeterli olmayabiliyor. ### Ejderhayı Reddetmek Çok hoşuma gittiği için doğrudan çevirdim; _Hepimiz bazen saplandığımız bataklıktan çıkmak için tam olarak ne yapmamız gerektiğini biliyoruz ama yapmaktan korkuyoruz. Gerçeği söylemekten, birini kızdırmaktan ya da risk almaktan çekiniyoruz. Bu yüzden de geleceğin cesur olmamı gerektirmeyeceğini umuyor ve hem sıkışıp kalıyoruz, hem de zamanı boşa harcıyoruz._ **Cesur olmak güzel hissettiriyor, özellikle de haklı olduğumuzda.** Ülkemizde bunu yapabilecek çok fazla şans meydana gelmesi üzücü mü sevindirici mi bilmiyorum fakat cesur olmaktan ve doğruyu yapmaktan vazgeçmenin acısının yanında korkaklık yapmanın veya doğruyu savun(a)mamanın üzüntüsü daha yıkıcı olabiliyor. > _“Ortaçağ şövalyeleri, cesaretlerini gösterebilmek için onurlu maceraların ortaya çıkmasını umarak etrafta dolaşırlardı. Büyük, korkunç ejderhaların ortaya çıkmasını umutsuzca beklerlerdi. Cesurca bir şey yapmayı ertelediğimde, ejderhayı reddediyorum: o anda korkutucu olabilecek ama nihayetinde kendimi harika hissettirecek bir şey yapma fırsatını kaçırıyorum.”_ Burada Rilke’den de bir alıntı yapmak isterim. > [!quote] Belki de hayatımızdaki tüm ejderhalar, sadece bir kez olsun güzellik ve cesaretle hareket etmemizi bekleyen prenseslerdir. Belki de bizi korkutan her şey, en derin özünde, sevgimizi isteyen çaresiz bir şeydir. ### Sıradanlık Tuzağı > Yazının başında belirttiğim üzere bence en vurucu olanı da bu. **Çoğu konuda orta derecede mutsuz olsak da, asla harekete geçecek kadar mutsuz olmama hali.** Buraya orijinal metne çok da dokunmadan ekliyorum, empati yapılabilecek bir şey. >[!fail] _** Kötü ama çok da kötü olmayan durumlar bizi sonsuza kadar kendi yörüngelerinde tutar çünkü asla kaçış hızına ulaşmak için gereken hayal kırıklığına ilham vermezler.**_ Sıradanlık tuzağı, bataklığa düşmek için kötü bir yoldur. Korkunç durumlar bir kez atlatıldıktan sonra genellikle komik hikayelere ya da gurur verici anılara dönüşür. _Uzun süre içinde kalınan vasat durumlar ise basitçe **Kayıp Yıllar**’a dönüşür — hem yaşamak hem de hakkında konuşmak için sıkıcıdır; sanki telefonun çekmediği, kablosuz internetin olmadığı ve iyi dergilerin bulunmadığı bir bekleme odasında oturmuş, birinin gelip size yaşamaya başlama zamanının geldiğini söylemesini beklersiniz._ ### Sorunu “Okşamak” ![|300](https://cdn-images-1.medium.com/max/1600/1*BB4vs_48jVLXG6e-OdURfQ.png) Genelde bir şeye kafayı taktığımda ben de üzerinde düşünüyorum. Şöyle önemli, şöyle derin, böyle büyük. Zaman geçirmek için ideal olsa da çözme konusunda bir işe yaramıyor. Çoğu zaman sorunların üzerine gittiğimde öncesinde düşündüğüm zamanın çok daha azıyla sorunları çözebildiğimi fark ediyorum. Belki böyle başkaları da vardır. ## Tutmayan Kaçış Planları Hayat hep istediğimiz gibi gitmiyor. ### Daha Fazla Çabalamak, Aynı Şeyi Yaparak Yazar burada aynı yöntemlerle tekrar tekrar denemenin işe yaramayacağınan bahsetmiş. Bunu zaten biliyoruz, Einstein’ın bile aynı şeyi yaparak farklı sonuç beklemek ahmaklıktır diyor. Ben biraz daha Anadolu motifleriyle süslemek istiyorum. Ülkemizde çok yaygın ve işe yaramadığına emin olduğum, nesilden nesile geçtiğini düşündüğüm motivasyon teknikleri var aynı şeyi yapmayı adeta teşvik eden. Birkaç favorimi liste olarak paylaşıyorum: > [!list] Faydasız Motivasyon Cümleleri Top 6 > - Ruşen amcanın oğlu Sedat çok daha zor şartlarla yüzleşmiş. > - Biraz daha uğraşırsan halledersin. > - Yeterince zaman ayırmıyorsun/ilgi göstermiyorsun/çabalamıyorsun. > - Senden daha kötüleri de var, o yüzden şükret. > - Yapanlar senden iyi mi? > - Bak herkes yapıyor, sen de yapabilirsin. Bunların özellikle motive edici olduğu yanılgısı bence problemli, sanki ileride hiçbir şey yapmadan ya da sırf başkaları yapıyor diye bir şeylerin değişeceğini ummak saflık. ### Sonsuz Çaba Yanılsaması Yazar üsttekinin kuzeni olarak nitelemiş ki benim için en büyük bariyerlerden biri de sanırım bu yanılsama: gelecekte kendimi kurtarmak için kullanabileceğim gizli bir kullanılmamış çaba stoğum olduğu düşüncesi. Gelecekteki benlik ile şimdiki benlik arasındaki ilişki önemli, aksi takdirde her işi “_gelecekteki ben_”e paslamak kaostan başka bir şey doğurmuyor. Optimizasyon sadece iş/hayat/ekonomik kararlar vb. ile olmuyor nitekim, kendimizle zamanlararası olarak da bunu yönetebilmek gerekiyor. Yok saymamak ama fazla da yüklenmemek lazım. Bir optimizasyon problemi: _Tüm emeğim şu anda bir yerlerde hesaba katılmış durumda. Eğer bir şeyi sürekli olarak yapmıyorsam, muhtemelen yapmak istemediğim içindir — en azından bu zamanı başka bir şeyden çalacak kadar değil — ve bunu henüz kendime itiraf etmedim._ ### Kahpe Kader (Trikotaj ile İlgisi Olmadığı Halde) _Bu bataklıkta olmasam neler neler yapardım._ Kadere, uzay zaman bütünlüğüne, günün 24 saat olmasına, içinde bulunduğum duruma sövmek ve bunu dışsal bir faktöre bağlamak çok kolay (ve geçici olarak rahatlatıcı), sorumluluk sanki benden çıkmış oluyor. Kaderi sevseniz de sövseniz de mızmızlık hakikaten de işe yaramıyor, belki siyaset gibi alanlar istisna olabilir. Ülkemizde de hemen hemen her alanda dışarıdan bir faktöre veya bir düşmana yüklenmek sorumuluktan kaçınma gibi bir kolaylık sağlasa da özellikle bireysel kararlarda, hele de doğrudan hayatınız üzerinde etkisi oluyorsa bunun hiçbir anlamı olmuyor. Mağduriyet fikri cazip gelse de bir noktadan sonra kendi kendini gerçekleştiren kehanet misali sizi iyice içine hapsediyor. ### Diploma ve Diş Fırçaları ![|300](https://cdn-images-1.medium.com/max/1600/1*TTANFwY3KDFYL82BcSahMA.png) Yazar bazı sorunları diploma alma sürecine benzetmiş: bir süre çalış ve sonra sonsuza dek bitir, bisiklete binmeyi öğrenmek gibi. Gerçi günümüzde diploma almanın ciddi bir zorluğu kaldığı konusunda şüphelerim var. Neyse. Diş fırçalama problemleri ise öğrendikten sonra tekrar tekrar uygulamanız ve savaşmanız gereken sorunları ifade ediyor ki bizi rahatsız edenlerin büyük çoğunluğu da herhalde burada yer alıyordur. Bazı sorunları yönetmekte ne kadar iyileşirsek iyileşelim, her gün tekrar tekrar bu sıkıcı süreçlere katlanmak zorunda olduğumuzu kabul etmek herhalde sıkışıp kalmaktan kurtacaktır. Bir dipnot düşeyim, sorunları tespit etmek de önemli kuşkusuz, aksi takdirde üstteki anlamsız döngülere girmek de kaçınılmaz olacaktır. ### Fantastik Metamorfoz ![|300](https://cdn-images-1.medium.com/max/1600/1*-C2C3UDvlQLl0SLaps1JJw.png) Tarkan’ın albümü gibi oldu ama buna birazcık da değindim ben yukarıda. “_Gelecekte farklı bir insan olacağım_” yanılgısı. > “Egzersiz yapmaktan nefret ettiğimi biliyorum ama gelecekte bu konuda bebek gibi davranmayarak bunun üstesinden geleceğim” gibi. Ya da “Kuantum fiziğini sıkıcı buluyorum, bu yüzden daha sonra, daha ilginç bulduğumda öğreneceğim.” Bunlar fantastik metamorfozlar. Bunun olmasını hep umsak da dürüst olmak gerekirse pek de öyle olmayacağını biliyoruz. Çok dert etmemek ama farkında olmak lazım bu durumun. Konuyla ilgili güzel de bir meme vardı; “**Her gün iki farklı alarm kuruyorum. Birincisi olmak istediğim, ikincisi olduğum insan için.”** ### Kuklacılık Bunu sık sık yapıyoruz, biraz da üsttekilerle kesişiyor. Başkalarının doğru düzgün hareket etmesini sağlayabilirsek sanki bizim sorunlarımız da çözülecekmiş gibi. Kabul etmek gerekir ki toplumda her zaman dehalara denk gelmiyoruz, aptalca sayılabilecek davranışlara da sık sık şahit oluyoruz (muhtemelen gerekenden fazla). Ne var ki eğer başkalarını kontrol edebilmek mümkün olsaydı bize katkısı olur muydu bilemeyeceğimiz gibi, böyle bir durumun asla gerçekleşmeyeceğini kesinlikle biliyoruz. Kendimizi değiştirmek yeterince zorken başkalarını değiştirmek muhtemelen imkansız. Bu düşünceyi başlamadan yıkmak gerekiyor. Üstteki gibi kaderi ya da başkalarını suçlamak geçici bir rahatlık sağlasa da fırsat maliyeti çok büyük sanırım. ## Kendi Bataklığımız Kendimizi (ya da başkalarını) içeriden (dışarıdan) gördüğümüz kadar vahim değil durum aslında. Doğası gereği subjektif evet, ama mevcut durumu abartma eğilimimiz de fazla. _Kendimizi nasıl hapsediyoruz?_ ### Yerden Yüksek Sanki yere değince oyun bitecekmiş gibi. Yabancıların “floor is lava” dediği oyunda bizim zeminimiz saçma sapan kriterler (akademik kurumların gerçekten kopuk kriterleri/hedefleri, toplumun beklentileri, daha önceki nesillerin oluşturduğu kaypak zeminler vb.) oluyor. Hayata oyun olarak bakmak dönem dönem işe yarıyordur eminim, ama daha da fazla işe yarayan şey üstteki gibi cesur davranıp oyunu bozmak olmalı. Oyunun kurallarını belirleyenlerin bizden daha fazla kapasiteye sahip olduğunu hiçbir şekilde zannetmiyorum, belki daha şanslılar o kadar. Oyuncunun değişmesi önemli olabilir, oyunun kendisi ise değişmek zorunda. Hatta yine düzeni bozarken yabancıların özlü bir sözü kılavuz olabilir; _“Don’t hate the sinner, hate the sin.”_ ya da _“Günahkardan değil, günahtan nefret et.”_ ### Dünyayı Sırtında Taşımak ![|300](https://cdn-images-1.medium.com/max/1600/1*2d9mvJXfvqlr1F05zyCc9g.png) Dünyada 4984762153 tane sorun olabilir ve yukarıda değindiğim gibi mukayese bizim toplumda çok rağbet gören bir şey. Böyle durumlarda tek bir sorunu çözmek ne işe yarayacak, çözülse ne anlamı var, benim dertlerim mi önemli gibi yanılgılara düşebiliyoruz. Sosyal medyayı, televizyonu açtığımızda inanılmaz şeyler görmek bizim kendimizi pas geçmemizi, hatta belki de doğru olan şeyin bu olduğu düşüncesini kafamıza yerleştirebiliyor fakat bu yine bir çıkmaz sokak. Küçük bir sorun olsa bile bir adım atmak, bir şeyleri çözmek ile gamlı baykuş gibi oturmak arasında tercih yapmak gerektiğinde hangisinin daha anlamlı olduğu ortada sanırım. Muhtemelen reality programları vb. de bu kültürü aşılıyor, bu tür duyguları pazarlamak satıyor ama dikkatli/bilinçli olmamız gereken bir konu. ### Kirpi Gibi Gezmek Attila İlhan’ın güzel dizeleri vardı; >[!quote] delik deşik kirpi gibisin çocuk / her tarafın diken kim elini uzatsa delik deşik / üstelik sen de kan içindesin Bazen dışarıdan gelecek destekleri farklı sebeplerden — çok ulvi bir kişiliğiz, yardıma ihtiyacımız yok, bizi bizden daha iyi bilemezler, bizimle aynı yoldan geçmediler… — reddediyoruz. Bazen bunlar doğru olabilir ama objektif bir bakış belki de bataklıktan çıkmamızı sağlayacak olan ipin ucudur. ### Sorunlara Dev Aynasında Bakmak Cebimizde dönem dönem içbükey/dışbükey aynalar taşıyor gibiyiz. Kendimizi küçük görürken sorunları büyütmek mantıksız ki bunu herkes biliyor. Aynı şeyleri tekrar tekrar düşünmek, kafada kurmak, olabilecek tüm açılarla değerlendirmek bazen faydadan çok zarar getirebiliyor. Dışarıdaki sorunlarına da bazen tam tersi bir şekilde ve eksik bilgiyle taraflı yaklaşabiliyoruz. Aynaları değiş tokuş yapmak hem ekonomiyi canlandırıp hem de sorunların çözümünde fayda sağlayabilir. ### Detaylara Takılıp Kalmak ![|250](https://cdn-images-1.medium.com/max/1600/1*gxgviX_HHKMCjUkLSXwuzA.png) Kontrolü seviyoruz, bilinmezlikten kaçıyoruz. Bununla ilgili onlarca, yüzlerce akademik çalışma da var. “Büyük resmi” bilemiyor, kontrol edemiyorsak en basit değişkenlere, tahmin edebileceğimiz şeylere sarılıyoruz. Ufak, saçma sapan detaylarda vakit kaybetmek sanki faydalı bir şey yaptığımız sanrısına yol açıyor ama içten içe biliyoruz ki boşuna bir şeyler yapıyoruz. Gün içinde aldığımız kararların, tahminlerimizin %99’u gelecek açısından belki de kritik bir rol oynamıyor ama asıl ağırlığı vermemiz gereken %1’i sırf bilinmezlikten korktuğumuz için pas geçebiliyoruz. Bunun üstesinden gelebilmek cesaret gerektiriyor. Bu dert ettiğimiz şeyleri gelecekteki biz de, başkaları da hatırlamıyor. ### Tatminsizlik Bu da üstte yazanlarla ciddi anlamda kesişen bir durum aslında. Sosyal çevremiz genelde bize benzer kişilerden oluşuyor ve çok ekstrem olaylara sıkça denk gelmiyoruz. Ne var ki burada bence toplumsal hafıza, sosyal kodlar ve öne çıkarılan çile çekme kültürü öne çıkıyor. İskandinavya’da ya da Avrupa’da, Japonya’da bizdeki kadar değer görüyor mu çile çekmek bilmiyorum. Çalışmamaktan, zorlukları yenmemekten bahsetmiyorum. Türkiye’de sonunda bir fayda sağlasın ya da sağlamasın bir çeşit çile çekmiş olmak anlamlı, saygıya değer görülüyor. Öyle olunca da zamanı boşuna da olsa çile çekerek, kendinize ya da başkalarına eziyet ederek harcamak anlamlı bir meşgaleymiş gibi gözüküyor. ## Bataklığı Kurutmak ![|275](https://cdn-images-1.medium.com/max/1600/1*V2ANibJkyW4DMKmyjLJmHw.png) Sanırım ilk aşama yalnız olmadığımızı bilmek. Herkesin bataklığı farklı. Bazıları belki daha derin, bazıları daha hızlı içine çekiyor. Belki bazıları daha şanslı, bataklığa yüzey alanı yüksek donanımla (miras, eğitim, cesaret?) giriş yapıyorlar. Eminim ki herkesin asıl aradığı cevaplar bunlar ama üsttekilere bakınca böyle bir şey pek de kolay gözükmüyor. Burada tek ya da doğru bir yöntem var mı emin değilim, ben fikir verecek bir noktada mıyım net bir fikrim yok. Cevapların bende olmasını çok isterdim ama herkes için aynı olduğunu sanmadığım için bitirişim biraz sönük kalabilir. Sanırım umut edebileceğimiz şey üsttekilerin farkında olup doğru noktaya odaklanmak ve bir gün bir şeylerin tamamen olmasa da biraz daha huzurlu, biraz daha az buğulu olacağını düşlemek. >[!tldr] _Nerede olursak olalım, umarım bulunduğumuz yer huzurun başkenti olur._